Genç Osmanlılar’ın İdeolojisi ve Avrupa Etkileri
19.yüzyılın ortalarında ortaya çıkan Genç Osmanlılar, Osmanlı İmparatorluğu’nu dağılmaktan kurtarmak için köklü siyasi reformlar savunan aydınlar topluluğuydu. Temel ideolojileri, anayasal meşrutiyet kurarak padişahın yetkilerini kanunla sınırlandırmak ve halkın yönetime katılmasını sağlamaktı. Genç Osmanlılar özgürlük, vatan sevgisi ve millet egemenliği kavramlarını ön plana çıkardılar. Örneğin önde gelen Genç Osmanlılardan Namık Kemal, Fransa’daki Üçüncü Cumhuriyet’in anayasasını övgüyle incelerken, genç Osmanlıların siyasi ideallerini “milletin hâkimiyeti, kuvvetler ayrılığı, yöneticilerin sorumluluğu, kişisel özgürlük, eşitlik, fikir ve basın hürriyeti, dernek kurma serbestisi, mülkiyet hakkı, konut dokunulmazlığı” şeklinde özetlemiştir. Parlamento geleneğini de örnek alan Namık Kemal, halkın kamuoyu gücünün iktidarı denetlemesini bir model olarak görmüştür.
Genç Osmanlılar, Avrupa’daki Aydınlanma Çağından ve liberal düşünce akımlarından derinden etkilenmişlerdi. Avrupa’da gelişen özgürlük, yurttaşlık ve anayasal yönetim fikirlerini Osmanlı toplumuna uyarlamaya çalıştılar. Bu aydınlar Fransa’daki 1789 Fransız Devrimi’nin özgürlük, eşitlik, adalet fikirlerinden ve 1848 Devrimleri’nin ulusçuluk rüzgârından ilham aldılar. Örgütlenme yöntemlerinde bile Avrupa’daki gizli cemiyetleri örnek aldılar; 1865’te İstanbul’da kurulan İttifak-ı Hamiyet (Vatanseverler İttifakı) cemiyeti, İtalya ve Fransa’daki Carbonari türü gizli örgütlenmeleri model almıştı. Genç Osmanlılar Paris ve Londra gibi Avrupa merkezlerinde faaliyet göstererek, Avrupa kamuoyundan destek aradılar. Burada çıkardıkları Hürriyet gazetesiyle (Londra ve sonradan Cenevre yayın merkezli ) liberal siyasi ilkeleri ve parlamento talebini savundular. İslamiyet ile modern siyasi ilkeleri bağdaştıran bir yaklaşım sergileyerek Osmanlı toplumunda bir İslami meşruti sistem fikrini geliştirdiler. Genç Osmanlılar’a göre meşveret (şura) ve temsil gibi kurumlar İslam’ın özünde de vardı ve Avrupa’dan gelen anayasal düzen bu prensiplerle çelişmezdi.
Avrupa’daki fikir akımlarının Genç Osmanlılar üzerindeki etkisi somut biçimde de görülür. Bu aydınlar J.J. Rousseau, Montesquieu, Voltaire gibi Aydınlanma Devri filozoflarının eserlerini Osmanlıcaya tercüme ettiler. Örneğin Rousseau’nun toplum sözleşmesi düşüncesi ve “halk egemenliği” kavramı Genç Osmanlılar’ın “millet hakimiyeti” söylemini destekliyordu. Montesquieu’nün kuvvetler ayrılığı ilkesi, bir anayasa ile yasama, yürütme, yargı ayrımına gidilmesi fikrine ilham verdi. Voltaire’in akılcılık ve laiklik vurgusu, özgür düşünce ve din ile devlet işlerinin ayrılması yönündeki arayışlarını etkiledi. Sonuç olarak Genç Osmanlılar, Osmanlıcılık adı verilen bir düşünce akımı geliştirerek dil, din, ırk ayrımı yapmadan tüm Osmanlı tebaasının ortak bir vatan ve vatandaşlık bilinci etrafında birleşmesini hedeflediler. Bu ideoloji, Fransız Devrimi’nin “ulus” anlayışından esinlenmiş bir Osmanlı ulusçuluğuydu.
Jön Türkler ve İttihat ve Terakki’nin İdeolojisi ve Avrupa Etkileri
Jön Türkler, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında 2. Abdülhamid’in istibdat rejimine karşı çıkmış, Osmanlı’da meşrutiyeti yeniden tesis etmek isteyen genç aydın ve subayların oluşturduğu harekettir. Genç Osmanlılar’ın açtığı yolda ilerleyen Jön Türkler, 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde başrolü oynadılar. Jön Türk hareketi içinde farklı ideolojik eğilimler bir arada bulunuyordu. Bunlar arasında Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık, Hürriyetçi liberalizm ve Pozitivizm vb. akımlar sayılabilir. Ortak amaçları mutlak monarşiyi sınırlayıp anayasal düzeni geri getirmek ve imparatorluğun birliğini korumak olsa da, bu hedefe ulaşmak için izlenecek yöntemler konusunda farklı fikirlere sahiptiler. Avrupa’daki milliyetçilik dalgası Jön Türklerin bir kısmını Türkçülük fikrine yöneltirken bir kısmıda İslamcılığa yaklaştı.
Batıcılık akımı, Avrupa medeniyetinin bilim ve teknik alanındaki üstünlüğünü kabul edip Osmanlı’nın yüzünü tamamen Batı’ya dönmesini savunan aydınları ifade ediyordu. Pozitivizm ise özellikle Ahmed Rıza Bey gibi Jön Türk düşünürlerini etkileyen bir akımdı. Görüşe göre toplumsal ilerleme ancak bilimsel akılcılıkla ve Auguste Comte gibi düşünürlerin telkin ettiği olguculuk felsefesiyle sağlanabilirdi. Nitekim Ahmed Rıza liderliğindeki Jön Türk grubu, Paris’te “Terakki ve İttihat” adıyla bir cemiyet kurmuş, adını da Comte’un ünlü “Ordre et Progres” (Düzen ve İlerleme) sloganından esinlenerek koymuştur. Bu grup, merkeziyetçi ve pozitivist çizgisiyle öne çıkarken Prens Sabahaddin liderliğindeki bir diğer Jön Türk grubu adem-i merkeziyetçilik (yerinden yönetim) ve liberal ekonomik politikaları savunuyordu. Prens Sabahaddin, Osmanlı’da liberalleşme ve yerel özerklik hedeflerken, Ahmed Rıza grubu Osmanlı’nın kendi kendine bilim ve eğitim yoluyla güçlenebileceğini düşünüyordu. Bu fikir ayrılıkları, 1902’de Paris’teki Jön Türk Kongresi’nde su yüzüne çıkmış, kongre sonucunda Ahmed Rıza’nın İttihad ve Terakki Cemiyeti ile Prens Sabahaddin’in Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti şeklinde iki ayrı örgüt ortaya çıkmıştır.
1908’de Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesiyle birlikte Jön Türkler Osmanlı yönetiminde söz sahibi oldular. Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908 Jön Türk Devrimi sonrasında en güçlü siyasi yapı olarak iktidarı fiilen kontrol etmeye başladı. İttihat ve Terakki’nin ideolojisi, başlangıçta Osmanlıcılık ağırlıklıydı. Farklı etnik ve dini grupları Osmanlı vatandaşlığı paydasında birleştirerek imparatorluğu bir arada tutmaya çalıştılar. Ancak bu Osmanlıcılık politikası, kısa sürede zorlu engellerle karşılaştı. 1912-13 Balkan Savaşları sırasında imparatorluğun Balkan toprakları elden gidince, Sırp, Yunan, Bulgar ve Arnavut milletleri Osmanlı’dan koptu. Ardından 1. Dünya Savaşı yıllarında Arap vilayetlerinde büyük bir isyan çıkıp Araplar da Osmanlı’dan ayrılma sürecine girince, Osmanlıcılık ve İslamcılık fikride ciddi darbe aldı. Bu dönemde Türkçülük ideolojisi İttihatçı kadrolar arasında giderek önem kazandı. Ziya Gökalp gibi düşünürlerin şekillendirdiği Türk milliyetçiliği, imparatorluğun Türk ve Müslüman unsurlarla Anadoluya dayanarak yeniden diriltilebileceği ümidini aşılıyordu. İttihat ve Terakki, bir yandan resmi söylemde hala Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü vurgulasa da, pratikte Turancı-Türkçü politikalara yöneldi. 1913 ‘Babıali Baskını’ ile tek parti iktidarını pekiştiren İttihat ve Terakki, özellikle 1913-1918 arasında Türk milliyetçiliğini devlet politikası haline getirdi. Bu doğrultuda Türk Ocağı gibi milli kurumları destekleyerek Türk dili, tarihi ve kültürünü yüceltme çalışmalarını teşvik ettiler. Avrupalı devletlerin yükselen ırkçılık ve Sosyal Darwinizm fikirleri de İttihatçıların bazı politikalarına etki etti. Örneğin, İttihat ve Terakki içindeki radikal kanat, devletin bekası için toplumun “en güçlü unsuru” saydıkları Türkçülüğün lehine tedbirler aldı.. Pozitivizm ve materyalizm gibi Avrupa çıkışlı fikirler, onları laik ve merkeziyetçi bir yönetim kurmaya yöneltti. Öte yandan Avrupa’daki milliyetçilik çağının etkisiyle Osmanlı’daki çok etnik yapıyı tek bir ulus kimliği altında birleştirme fikrini düşündüler. İmparatorluğun son yıllarında ise daha otoriter ve sert bir Türk milliyetçiliği eksenli bir yönetim tarzını benimsediler.
Peki Osmanlı Devleti Devam Etseydi Cumhuriyet Kurulur muydu?
Tarihte Osmanlı Devleti,1. Dünya Savaşı’nın ardından fiilen sona ermiş; 1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla saltanat kaldırılarak Osmanlı Hanedanı’nın 6 asrı aşkın yönetimine resmen son verilmiştir. Ardından 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmiş ve yönetim şekli cumhuriyet olmuştur. Peki, tarih farklı gelişse ve Osmanlı devleti bir şekilde devam etseydi, Türkiye’de yine cumhuriyet rejimi kurulur muydu?
Öncelikle, Osmanlı Devleti’nin devam etmesi için birkaç farklı varsayım düşünülebilir. Örneğin Osmanlı, 1. Dünya Savaşı’na girmeyip ayakta kalabilseydi ya da savaştan yenik çıkmasına rağmen daha küçük bir imparatorlukla monarşi olarak varlığını sürdürseydi (İstanbul ve Anadolu’nun bir kısmını kontrol eden bir Sultanlık gibi) Bu durumlarda, Başlangıçta cumhuriyet ilan edilmez muhtemelen meşruti monarşi modeli devam ederdi. Örneğin İngiltere, Belçika, Hollanda gibi monarşiler 20. yüzyılda varlıklarını korurken sembolik krallar ile demokratik parlamentoları bir arada yaşatabildiler. Osmanlı da benzer biçimde bir anayasal monarşiye dönüşebilirdi.
Ancak diğer yandan Osmanlı Devleti’nin devam ettiği bir senaryoda uzun vadede cumhuriyetin yine de kaçınılmaz olabileceğini savunan görüşlerde vardır. 20. yüzyıl, imparatorlukların çözülüp yerini ulus devletlere bıraktığı bir çağ olmuştur. Osmanlı eğer 1. Dünya Savaşı’nı atlatıp kısmen varlığını korusaydı bile, hızla değişen dünya koşullarında hanedan yönetiminin ömrü tartışmalı olacaktı ve Osmanlı nın da diğer yıkılan köklü imparatorluklar gibi benzer akıbete uğraması muhtemeldi. Zaten Milliyetçilik ve halkçılık akımları Osmanlı tebaasını da etkilemişti. 1909’da padişahın yetkileri meclis lehine ciddi şekilde kısıtlanmıştı. Eğer Osmanlı devam etseydi, belki 1920’lerde veya 1930’larda milli egemenlik fikri güç kazanarak monarşiyi tamamen tasfiye edebilirdi.
Şunu da vurgulamak gerekir ki Osmanlı nın devam ettiği bir senaryonun nasıl sonuçlanacağı, hanedanın tavrına da bağlı olurdu. Sultan Vahdettin döneminde İstanbul Hükümeti, İtilaf Devletleriyle işbirliği yapıp Milli Mücadele ye karşı bir konum alınca, insanların gözünde Osmanlı saltanatı itibar kaybetmişti. Fakat tam tersine, eğer ki Osmanlı sultanı milli direnişin başına geçse veya milli güçlerle uyumlu hareket etseydi, belki yeni devlet sultanlığa bağlı kalabilirdi. Öte yandan, Osmanlı’nın devamı senaryosunda modernleşme hamlelerinin hızı ve niteliği de farklı olabilirdi. Atatürk önderliğinde cumhuriyet yönetimi çok radikal ve ileri reformlar yaptı (harf İnkılabı, laiklik, vb.) Monarşili bir düzende bu reformların bu denli hızlı ve köklü yapılması zordur. Cumhuriyet rejimi, devrimci dönüşümlere daha açıktı, çünkü yepyeni bir başlangıç hissi yaratmıştı. Osmanlı devamında ise reformlar daha sınırlı kalabilirdi; örneğin hilafetin hemen kaldırılması yerine belki hilafet korunur veya din işleri ayrı bir statüde tutulurdu. Bu durumda Türkiye daha muhafazakâr bir modernleşme çizgisinde ilerleyebilirdi.
Kısacası alternatif tarih açısından bakarsak, Osmanlı devam etmiş olsaydı başlangıçta cumhuriyet kurulmayabilirdi, ama uzun vadede Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde ya monarşi iyice sembolikleşerek İngiltere örneğinde olduğu gibi kalırdı ya da sonunda bir cumhuriyetle sonuçlanırdı.
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti’nin devam ettiği bir senaryoda Türkiye’de cumhuriyetin kurulması kesin olmamakla birlikte yüksek bir olasılık olarak değerlendirebilirim. Ya Osmanlı monarşisi 20. yüzyıl ortalarında bir noktada barışçıl şekilde son bulur ve cumhuriyete geçilirdi, ya da monarşi kalsa bile fiilen demokratik bir rejime dönüşürdü. Fikrimce; rejim olarak Cumhuriyet rejiminin, İmparatorluk rejimine göre çok daha hakkaniyetli olduğunu düşünmekteyim. Aslında sistemden de ziyade en önemlisi insanları eğitmeliyiz. Adil insanlar ve adil yöneticilerin olduğu her sistem, görünüşte daha halkçı görünen ama kötü yöneticilerin çıkar amaçlı başa geçtiği liyakatsiz sistemlerden daha etkili olur. Krallıkla yönetilen ancak çok adil ve dürüst bir kralın yönettiği bir ülke, sözde cumhuriyetle yönetilen ancak yönetimde her türlü üç kağıdın ve liyakatsizliğin olduğu bir ülkeden daha huzurlu da olabilir. Önemli olan ahlaktır.
Kaynakça:
Encyclopaedia Britannica
wikipedia.
Fahri Atasoy, Üç Siyasi Fikir Hareketi, OTAM, 2019
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2160380
https://m.ataaof.edu.tr/pdf.aspx?du=VNQQTK12JEyv%2028xYVDBlQ==
https://obs.ataaof.edu.tr/pdf.aspx?du=6eHx0nWxVHAg3rFQnadxSg==
https://adm.ataaof.edu.tr/pdf.aspx?du=LqmJUkwY%20yOAzW1%20RivhEA==