Marx’ın Din Anlayışı ve İslam Açısından Değerlendirilmesi

Marx’a göre din, insanların içinde bulundukları kötü koşulları kabullenmelerini kolaylaştıran bir ideolojidir. Marx doğrudan din üzerine bir eser yazmamış olsa da, eserlerinde ve özellikle gençlik yazılarında dini eleştiren pasajlar vardır. Ona göre din insan ürünü bir olgudur ve insan zihninin ve içinde bulunduğu toplumun eseridir ve mevcut toplumsal düzenin haksızlıklarını ilahi bir plana bağlayarak insanların isyan etmesini engeller.

Genel olarak Marx’ın bakış açısı, dinin bir üstyapı kurumu olduğu yönündedir. Yani ekonomik ve toplumsal koşullar kötü ise, insanlar din yoluyla avutulur ve düzen böylece sürdürülür. Marx’ın din eleştirisi birkaç temel varsayıma dayanır Karl Marx, Hegel’in ‘’Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı’’ (1844) adlı eserinde din için şu ifadeyi kullanır:

“Din, ezilen yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Din, halkın afyonudur.”

Marx bu ifadeyle, dinin insanları gerçek acılarından geçici olarak uzaklaştıran, onlara sahte bir teselli veren bir uyuşturucu gibi işlev gördüğünü kasteder. Marx’a göre din, insanların acılarını hafifleten bir teselli mekanizmasıdır. Ama aynı zamanda düzenin devamını sağlayan bir ideolojiye dönüşmüştür. Din eleştirisini toplumsal özgürleşmenin ön koşulu gibi görür.

Kısaca Marx, ‘’İnsanlar kendi gerçeklerine katlanmak için cennette ödül, cehennemde ceza gibi inançlar üretmişlerdir’’ der. Bu görüşü geliştirirken Ludwig Feuerbach gibi düşünürlerin “dinin özünde insanların bir yansıması olduğu” fikrinden etkilenmiştir. Marx ve arkadaşı Engels, bu nedenle tarihsel materyalist bir yaklaşım benimseyip, tüm ideolojilerin asıl sebebinin maddi yaşam koşulları olduğunu savunmuşlardır.

Marx’ın din konusunda çizdiği tabloya göre, örneğin bir kral veya patron, ezilenlere sabırlı olmayı ve öteki dünyada mükâfat bulacaklarını telkin etmek için dini kullanabilir. Dinin bu şekilde kullanımı, elbette iktidar sahiplerine yarar.  Benzer görüşü olan Vladimir Lenin bunu şöyle ifade etmiştir “Din, hayatı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere bu dünyada azla yetinmeyi, kadere razı olmayı ve öteki dünyada cennete kavuşmayı öğütler”. Nitekim tarihte, kilisenin veya diğer din adamlarının tasavvufun zalim düzenleri meşrulaştırdığı örnekler de mevcuttur. Bu yüzden Marx ve takipçileri, dine karşı çıkarken onu insanlığın gerçek mutluluğunun önündeki bir yanılgı olarak gördüler.

Peki, İslam açısından bakıldığında Marx’ın bu görüşleri nasıl değerlendirilir?

İslam, Marx’tan tamamen farklı bir bakış açısıyla dinin ilahi gerçeklik olduğunu söyler. İslam’da da adalet ve zulme karşı çıkma vurgusu, Marx’ın din eleştirisindeki bazı noktalara yanıt verir niteliktedir. Marx’ın din görüşünün Kur’an a uygun yönlerini ve Kur’an a aykırı yönlerini ele alacağız.

Marx’ın Dine Bakışının Dolaylı Olarak Kur’an’a Uygun Yönleri

Marx’ın dine dair eleştirilerinde hedef aldığı ana nokta, dinin sömürülenlerin gözünü boyayan bir araç haline getirilmesidir. Bu açıdan bakıldığında, İslam da zaten dinin böylesi bir istismarına karşı çıkar. Kur’an, adalet kavramına büyük önem verir ve haksızlık yapmayı da haksızlığa boyun eğmeyi de doğru bulmaz. Çok serttir. İslam’ın temel meselesi adalettir; zulme uğrayanın yanında olmayı, mazlumu korumayı emreder. Dolayısıyla, eğer din adamları insanlara “sizi ezen düzene karşı sakın ses çıkarmayın, sadece sabredin” diyorsa, (ki çoğu maalesef der) bu gerçek dinin özüne terstir. Ezileni koruyan, sömürüye karşı çıkan, kimsesize destek olan, adalet emreden, mazluma yoldaş olan bir din afyon olamaz. Ama insanları haklarını aramaya değil de boyun eğmeye ve sadece şükretmeye iten bir din afyon etkisi yapar. İslam dini, özü itibariyle mazlumun yanında, zalimin karşısında durmayı öğütler. Örneğin Kur’an’da “Zulme uğratıldıkları zaman birlik olup karşı koyanlara kimse bir şey diyemez” (42:39) şeklinde ayetler bulunur.

Tarihte İslam toplumlarında da dinin yanlış yorumlanıp halkı uyuşturmaya araç edildiği örnekler bulunabilir; fakat bu, İslam’ın öğretilerinin suistimal edilmesidir. Aslında Kur’an, din kisvesi altında yapılan sahtekârlıklara karşı da uyarır. Örneğin Kur’an, bazı din adamlarının dünyalık menfaat için insanların mallarını haksızca yediklerini, halkı Allah yolundan saptırdıklarını eleştirir (Tevbe 9:34). Bu, Marx’ın “din sömürü aracı yapılıyor” tezine karşı İslam’ın da duyarsız olmadığını gösterir. Aksine Kur’an da bu duruma şiddetle karşı çıkılır. Yani İslam kısaca der ki: ‘’Eğer din adına biri sizi sömürüyorsa, bu gerçek din değildir.’’ İslam’da inanç, insanı kendi onuruyla barışık hale getirir kul hakkını yememeyi ve kul hakkını yedirmemeyi emreder. Dolayısıyla Marx’ın eleştirdiği gibi bir “uyutucu din” anlayışı, İslam’ın özünde yer almaz. Bilakis, İslam aktif bir şekilde sosyal adalet mücadelesini teşvik eder.

Örneğin İslam’ın beş şartından biri olan zekât, fakirin hakkını gözetmek ve serveti paylaşmak içindir; faiz ise haram kılınmıştır ki zenginler faizle fakirleri sömürmesin. Hz. Muhammed’in Mekke’de ilk İlahi tebliğinde temel vurgusu, putperestlerin yaptığı zulüm, kölelik, kız çocuklarının diri diri gömülmesine karşı çıkmak ve tefeci sömürü düzeni gibi kötülüklerle mücadele etmek olmuştur. İslam dini “sadece ahiretini düşün, dünyayı boş ver” demez; hem bu dünyada iyilik ve adalet peşinde koşmayı hem de ahiret için çalışmayı birlikte öğütler. Örneğin bir yerde bir felaket (yangın, zulüm vb.) varken ibadeti erteleyip önce o sorunu gidermek gerekir, çünkü insanlara yardım etmek, o an yapılacak en öncelikli vazifedir. Bu yaklaşım, dinin yanlış bir şekilde “her şeyi boş verip sadece ibadet et” biçiminde kullanılmasına karşı İslam’ın duruşunu gösterir. Bu İslam değil tasavvufvari bir olgudur.

Sonuç olarak Marx’ın “din halkı uyuşturuyor, mücadeleyi engelliyor” eleştirisine katılınacak noktalar, aslında sözün yanlış kullanımıyla ilgilidir. İslam da dinin yanlış kullanımlarını reddeder. Gerçek İslam, yaşayan bir toplum dinidir; sadece ibadetleri yapıp köşeye çekilmeyi değil, toplumda iyiliği egemen kılmayı amaçlar. Bu anlamda, Marx’ın istediği gibi ezilenlerin yanında duran, adaletsizliğe karşı çıkan bir inanç sistemi, İslam’ın ta kendisidir diyebiliriz. Nitekim İslam inancında herkes Allah önünde eşittir. Bu, toplumsal eşitliğin bir sembolüdür. Böyle bir din, Marx’ın eleştirdiği “sınıf ayrımını putlaştıran sahte din” anlayışından tamamen uzaktır.

Marx’ın Dine Bakışının Kur’an’a Uymayan Yönleri

Marx’ın din hakkındaki yaklaşımının, Kur’an ve İslam ile uyuşmayan çok yönü vardır. Her şeyden önce, Marx ateist olduğunu ısrar eden bir dünya görüşüne sahiptir; yani Allah’ın varlığını, vahyi ve manevi âlemi reddeder. Oysa Kur’an, dinin kaynağının bizzat Yüce Allah olduğunu bildirir. İslam’a göre din, insanların uydurduğu bir şey değil, Allah’ın vahyettiği hakikattir. Bu, Marx’ın “din insan ürünüdür” varsayımıyla taban tabana zıttır. Kur’an açısından bakıldığında insan, sırf bu dünya için yaratılmamıştır.  Ahiret inancı, Allah’a kulluk, peygamberlerin rehberliği gibi unsurlar gerçektir. Marx ise dini, insanların hayal gücünün bir ürünü sayar. Bu noktada bir inanç farkı ortaya çıkar. İslam, maddi dünyanın ötesinde aşkın bir hakikatin olduğunu; Allah’ın emirlerinin insanın hem dünyasında hem ahiretinde gerçek kurtuluşu sağlayacağını belirtir.

Marx’ın “din insanları uyuşturur” tezi, İslam için geçerli değildir. İslam, insanlara sabrı tavsiye etse de zulme rıza göstermeyi tavsiye etmez. Sabır, zulme boyun eğmek anlamında değil, hakkı ararken metanetli olmak anlamındadır. Kur’an’da “Zulme sapmayın, yoksa ateş size dokunur” (Hud 11:113) buyurularak, haksız düzene meyletmek bile yasaklanmıştır. Bu yönüyle İslam, Marx’ın iddia ettiği gibi halkı pasifleştiren değil, aksine gerektiğinde başkaldırıyı meşru gören bir inançtır . Örneklerden biri de; “Size ne oluyor ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar’ diye yalvaran zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa 4:75) denerek müminler zulme karşı mücadeleye teşvik edilir. Marx, dinlerin bu boyutunu göz ardı etmiştir. Özellikle Hristiyanlık tarihindeki olumsuz örnekleri (örneğin Kilise’nin yoksullara “ahirette mutlu olacaksınız” diyerek Ortaçağ’daki sömürüye ortak olması gibi) genelleyerek tüm dinlere uyarlamıştır. Halbuki İslam tarihinde birçok kişiler zenginlik birikimine karşı çıkmış; pek çok İslami hareket zalim yöneticilere isyan etmiştir. Kur’an perspektifinden, hak din düzen ne olursa olsun hakkı söylemeyi gerektirir.

Marx dini bir yanılsama olarak nitelerken, Kur’an, dini fıtratın bir gereği olarak görür. İslam’a göre insanda manevi bir yön vardır ve insanın kalbi Allah’ı anmakla tatmin bulur (Ra’d 13:28). Marx ise insanın maneviyat ihtiyacını bütünüyle görmezden gelerek, dini sadece maddi koşulların bir sonucu saymıştır. Bu materyalist bakış, Kur’an’ın insan anlayışıyla bağdaşmaz. Kur’an, insanı hem bedeni hem ruhu olan bir varlık olarak tanımlar; ruhani ihtiyaçları da gerçektir. Bu nedenle Marx’ın “dini ortadan kaldırırsak insanlar gerçek mutluluğa erişir” varsayımı, Kur’an’a göre yanlıştır. Zira Kur’an a göre gerçek mutluluk, hem bu dünyada adil bir düzen kurmakla hem de Yüce Allah’a iman edip ahiret saadetini kazanmakla mümkündür. Sadece dünyevi ideali (komünal refah toplumunu) hedeflemek, insanın manevi yönünü ihmal edeceği için eksik kalır. Nitekim 20. Yüzyılda dine uzak rejimler (Sovyetler, Çin) dini yasaklamış ama bu toplumlarda insanlar farklı şekillerde manevi arayışlarını sürdürmüşlerdir; din baskıyla yok edilememiştir.

Son olarak, Marx’ın öngördüğü komünist toplum modelinde ‘’din kendi kendine sönümlenecektir çünkü artık kimseye “afyon” gerekli olmayacaktır.’’ Tezi geçersizdir. İslam, “din ortadan kalkacak” diye bir hedef koymaz, tam tersine kıyamete dek sürecek ilahi bir yol sunar. İslam’a göre insanlık, her devirde imtihandadır ve inanan inanmayan olarak ayrılacaktır. Marx ise gelecekte herkesin ateist olacağını varsayar. Tarihsel olarak da Marx’ın bu beklentisi gerçekleşmedi; günümüzde bile dünyanın çok büyük bir kısmı bir inanca sahiptir ve dindarlık pek çok yerde güçlüdür. Bu da Marx’ın insan doğası ve toplum hakkındaki bakışının, Kur’an’ın anlattığı insan gerçeğiyle uyuşmadığını gösterir. İslam’a göre dindarlık, adaletsizliği örtbas etmez tam aksine adaletsizliği gidermek için motivasyon sağlar. Marx’ın hayatı boyunca gözlemlediği Avrupa’da din kurumunun (özellikle Kilise’nin) kötü örnekleri, onun dine sert yaklaşmasına yol açmıştır. Kur’an penceresinden bakarsak, Marx bu noktada büyük bir hata yapmıştır “Afyon” olan din değil, dinin bazı çıkarcılar tarafından tahrif edilip kullanılış biçimidir. İslam “haksızlığa karşı ayakta durma” bilinci aşılayarak insanların hem bu dünyada hem ahirette kurtuluşa ermesini hedefler. Bir düşünürün dediği gibi, “Eğer komünizm din düşmanı bir politika izlemeseydi, en büyük destekçileri belki de Müslümanlar olurdu.” Çünkü gerçek Müslüman halklar da adaletsizliğe karşı duyarlıdır. Ne var ki Marx ve takipçileri dine cephe alarak, aslında kendi davalarında geniş bir inanan kesimi uzaklaştırmış oldular. Bugün baktığımızda, kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı hem Marx’ın analizlerinden hem de Kur’an’ın evrensel adalet ilkelerinden dersler çıkarılabilir. Ancak inanç konusu geldiğinde, Marx materyalist felsefesiyle İslam’ın iman esaslarına tümüyle ters düşer. İslam, insanlığı maddi ve manevi sömürüden kurtarmak isterken, Marx sadece maddi sömürüye odaklanır.

___________________________________________________________

Kaynaklar:

Karl Marx, Das Kapital (Kapital), Cilt I-III – (çeşitli baskılar).

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top