Türkiye ekonomisi 2015 ile 2025 arasında ciddi sarsıntılar geçirmiştir. Döviz kurları rekorlar kırarken, enflasyon yükselip, maaşların alım gücü erimiştir. Halkın gündelik hayatını derinden etkileyen bu sorunları ve olası çözümleri incelersek;
Dolar ve Euro Kurlarının Son 10 Yılda 2015’ten 2025’e Artışı
2015 yılında 1 Amerikan Doları yaklaşık 2,7 TL düzeyindeydi. Aradan geçen on yılda Türk Lirası hızla değer kaybetti. 2023’te dolar kuru 20 TL’yi aştı; 2025 ortasında 1 dolar 39 TL seviyesine kadar yükseldi. Benzer şekilde 1 Euro 2015’te 3 TL iken 2025’te 40-45 TL bandına yükseldi. Bu verilere göre Türk Lirası son on yılda Dolar ve Euro karşısında %90’dan fazla değer yitirdi. Başka bir ifadeyle, 2015’te 100 dolar bozduran biri 270 TL alırken, 2025’te aynı 100 dolar 3.900 TL etmektedir.
Kurdaki artışın nedenleri: Bu süreçte jeopolitik belirsizlikler, küresel gelişmeler ve özellikle Türkiye’nin uyguladığı para politikaları etkili oldu. 2018’deki Papaz Brunson Krizi gibi olaylar, Corona ve 2021 sonrasında Merkez Bankası’nın politika faizini düşürmesi TL’de sert değer kayıplarına yol açtı. Hükümetin “faiz sebep, enflasyon sonuç” şeklindeki alışılmışın dışındaki ekonomik yaklaşımı, düşük faiz ısrarı ile birleşince yabancı yatırımcı güveni zedelendi. Sonuçta döviz talebi arttı ve TL’ye olan güven azalınca kur hızla yükseldi. 2015’te net asgari ücret ayda 949 TL idi. Aradan geçen yıllarda çalışanların aldığı maaş TL bazında ciddi şekilde yükseldi: 2025’te ise 22.104 TL olarak belirlendi. Yani nominal olarak 10 yılda 23 kat artış görünmektedir. Ancak bu artış yanıltıcı olmamalı, çünkü aynı dönemde enflasyon ve kur patladığı için asgari ücretin alım gücü beklendiği oranda yükselmemiştir.
Temel Gıda, Konut ve Araç Fiyatlarının 10 Yıldaki Değişimi
Son on yılda vatandaşın günlük hayatta en çok hissettiği sorun hayat pahalılığı oldu. Temel ihtiyaç ürünlerinin fiyatları adeta uçuşa geçti.
Gıda Fiyatları: 2015’te pazardan 100 TL’ye yapılan alışveriş, 2025’te ancak aynı ürünlerin çok küçük bir kısmını karşılayabilmektedir. Ortalama gıda fiyatları 10 yılda yaklaşık 12 kat arttı. Verilere göre 2013-2023 arasında dünya gıda fiyatları maksimum %5-10 artarken, Türkiye’de gıda fiyat endeksi %800’e dayandı. Örneğin 2015’te 1 TL’ye satılan ekmek bugün 10 TL civarındadır. Bir litre süt 2015’te 2,5 TL iken 2025’te 30 TL’ye yaklaştı. Marketine göre 50 TL bandına yaklaşıyor. Et ve bakliyat fiyatları da benzer şekilde katlandı. Sonuçta sağlıklı beslenmek geniş kitleler için zorlaştı; gıda enflasyonu özellikle dar gelirlileri vurdu. 2023’te %50’lerde açıklanan resmi gıda enflasyonunun düşük gelirli aileler tarafından hissedilen gerçek enflasyonunun %100’ü aştığı, %200 e yaklaştığı tespit edildi.
Konut Fiyatları: Ev sahibi olmak çoğu kişi için hayal haline geldi. Türkiye genelinde konut fiyatları son 10 yılda yaklaşık 20 kat yükseldi, bu oran enflasyona 2 kat fark attı. Merkez Bankası Konut Fiyat Endeksi verilerine göre 2014’ten 2024’e enflasyon yaklaşık %1000 artarken, konut fiyatlarındaki toplam artış %2000’i buldu. Örneğin 2015’te büyük şehirlerde 200 bin TL’ye alınabilen mütevazı bir daire, 2025’te 4-5 milyon TL’ye satmaktadır. Kira fiyatları da benzer şekilde yükselerek geniş kesimleri zorlamaktadır. Bu artışın nedenleri arasında döviz kurunun yükselmesi, inşaat maliyetlerinin artması ve konuta olan talebin arzın üzerinde olması sayılabilir.
Araç Fiyatları: Döviz kurundaki artış ve yüksek vergiler nedeniyle otomobil fiyatları adeta uçtu. 2015 yılında en ucuz sıfır otomobiller 35-40 bin TL seviyesindeydi. Örneğin 2015’te bir Renault Clio modelini 37 bin TL’ye almak mümkündü. Oysa 2025’te piyasadaki en ucuz sıfır otomobil olan Fiat Egea modelinin fiyatı 1 milyon 200 bin TL civarında başlamaktadır. Yani yeni bir araba almak 10 yıl öncesine göre 30 kat daha fazla para gerekmektedir. İkinci el araç piyasasında da durum aynıdır. Artan ÖTV oranları ve kur etkisiyle ikinci el araçlar bile 2023 ve 2024’te sıfır fiyatının üzerine çıkacak kadar değerlenmiştir. Bu dünyada çok ender görülen bir şeydir. Sonuç olarak, bırakın yeni aracı, asgari ücretle geçinen bir ailenin mütevazı bir ikinci el araba edinmesi dahi neredeyse imkânsız hale geldi.
Türkiye’deki Yüksek Enflasyonun Nedenleri ve Sonuçları
Enflasyon, yani genel fiyat seviyelerinin artışı, 2017’den itibaren yeniden Türkiye ekonomisinin en yakıcı sorunlarından biri oldu. 2021 ve özellikle 2022’de enflasyon kontrolden çıkarak resmi rakamla %85’e kadar yükseldi. (bu gerçekte çok daha yüksek olmasına rağmen, 1990’lardan sonraki en yüksek oran). Peki Türkiye neden böyle yüksek enflasyon yaşadı, sonuçları ne oldu?
Nedenleri: Yüksek enflasyonun birinci nedeni, Türk lirasının hızlı değer kaybıdır. İthal girdiye dayalı bir ekonomide kur artışı doğrudan fiyatları yukarı çekti. TL’nin değer kaybetmesinde ise uygulanan para politikası başroldeydi: 2021’de başlayan politik faiz indirimleri, enflasyon yükselirken faizlerin inatla düşürülmesi TL’den kaçışları arttırdı. Normalde bu durumda dünya uygulamalarında merkez bankaları enflasyon yükselince faiz arttırarak para arzını kısmaktadır, fakat Türkiye’de tam tersi yapıldı. Merkez Bankası’nın bağımsızlığının zedelenmesi ve kararların siyasi müdahaleyle alınması yatırımcı güvenini sarstı. Ayrıca dış faktörleri de incelersek;: 2018’deki kur şoku (ABD ile gerilim), 2020’de Covid19 Pandemisi’yle tedarik zincirlerinin bozulması, 2022’de Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle enerji ve emtia fiyatlarının fırlaması gibi etkenler de maliyetleri artırarak enflasyonu körükledi. Ancak unutulmamalı ki benzer global etkiler diğer ülkelerde enflasyonu %10’lara çıkarırken, Türkiye’de %80’lere ulaştı.
Sonuçları: Yüksek enflasyonun toplum üzerindeki etkisi çok olumsuz oldu. Öncelikle alım gücü düştü. Maaşlar, fiyatlar kadar hızlı artamayınca halk her geçen gün fakirleşti. Özellikle sabit gelirliler ve emekliler, gıda ve fatura ödemekte zorlanır hale geldi. Araştırmalara göre çalışanların büyük bölümü yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. Yüksek enflasyon, gelir dağılımını da bozdu; çünkü varlıklı kesim kendini dövize, altına yatırım yaparak korurken, dar gelirli TL’ye mahkum olup enflasyon karşısında ezildi. Bir diğer önemli sonuç, piyasada belirsizlik ve güvensizlik ortamı oluşmasıdır. Fiyat istikrarsızlığı nedeniyle esnaf malını satmakta, tüketici alım kararında tereddüt yaşadı. Örneğin, “Bugün almazsam yarın zam gelir” endişesiyle insanlar temel ihtiyaçlarını stoklamaya çalıştı, bu da dönem dönem market raflarının boşalmasına yol açtı. Enflasyon kontrolden çıkınca hükümet farklı önlemlere başvurdu: KDV indirimleri, ihracat sınırlamaları, hatta tanzim satış çadırları kurarak sebze-meyveyi ucuza satmaya çalışmak gibi geçici çareler denendi. Ancak bunlar kalıcı çözüm getirmedi. Kısacası yüksek enflasyon, halkın yaşam standardını düşürüp ekonomiye olan güveni sarstı, yatırım yapmayı, iş kurmayı riskli hale getirdi.
Sorunların Arkasındaki Yapısal Nedenler: Neoliberal Politikaların Etkileri
Güncel ekonomik sıkıntılar aslında sadece son yıllardaki politikalardan değil, daha derin yapısal sorunlardan da kaynaklanıyor. 1980’lerden itibaren Türkiye’de uygulanan neoliberal ekonomi politikaları yani (serbest piyasa yanlısı, devleti ekonomide küçülten, küresel sermaye hareketlerine açık politikalar ) uzun vadede bazı olumsuz sonuçlar doğurdu.
Üretim Yapısının Zayıflaması: Neoliberal dönemde “bırakınız yapsınlar” yaklaşımıyla devlet birçok sektörden çekildi, KİT’ler özelleştirildi. ‘’Kâr getirmiyor’’ diye şeker fabrikaları, süt fabrikaları satıldı, tarım destekleri azaltıldı. Bu durum ilk başta piyasayı canlandırsa da (yalancı etki) , zamanla Türkiye kendi kendine yeten bir ekonomiden uzaklaştı. Tarım ürünlerinde bile net ithalatçı hale gelindi. Sanayide katma değerli üretim istenen oranda artmadı. İthal girdiyle üretim modeli benimsendiği için her kur krizinde üretim maliyetleri patladı. Yani ekonomik model, “ucuz döviz, bol ithalat” varsayımıyla kurulmuştu ve TL değer kaybedince bu model işlemez hale geldi.
Dışa Bağımlılık ve Kırılganlık: Neoliberal politikalar kapsamında 1990’larda sermaye hareketleri tamamen serbest bırakıldı. Bu, yabancı yatırımın önünü açsa da ülkeyi sıcak paraya bağımlı kıldı. Cari açığın finansmanı için sürekli dış borç ve portföy yatırımı gerekmekteydi. Yapısal olarak ihracat geliri ithalat faturasını karşılamadığı için her küresel dalgalanmada TL’ye güven sarsıldı. Örneğin ABD faiz artırdığında veya risk algısı yükseldiğinde Türkiye’den sermaye çıkışı oldu, kur fırladı. Kısaca ekonomi dış rüzgarlara karşı kırılgan hale geldi. Bu da yüksek enflasyon ve finansal krizlere zemin hazırladı (1994, 2001, 2018 gibi krizlerin temelinde bu kırılgan yapı vardı).
Gelir Dağılımı ve Sosyal Etkiler: Neoliberal dönemde özelleştirmeler ve piyasa odaklı büyüme, zengin-yoksul makasını artırdı. Elde edilen refah tabana yeterince yayılmadı. Özelleştirilen bazı kamu kuruluşlarında tekelleşme sonucu fiyatlar tüketiciye pahalı yansıdı. Örneğin kamunun denetimde yetersiz kalmasının sonucu; elektrik dağıtımının özel sektöre devri sonrası faturalardaki sürekli artış, Piyasaya devlet karışmasın, görünmez el kendiliğinden düzenler yaklaşımı stratejik alanlarda halka yarar sağlamakta başarısız oldu. Sonuçta bugün yüksek enflasyon ortamında en çok etkilenen kesim, güvencesiz işçiler ve düşük gelirli hanelerdir. 2023 verisine göre Türkiye’de yaklaşık 20 milyon kişi açlık sınırının, 50 milyondan fazla kişide yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Özetle Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, neoliberal politikaların kontrolsüz uygulanmasıyla derinleşti. Devletin ekonomideki düzenleyici ve üretici rolünün azalması, her şeyi piyasaya bırakmak, kısa vadede büyüme getirse de uzun vadede kırılgan ve adaletsiz bir yapı oluşturdu.
Devletin Halk Yararına Ekonomiye Müdahale Yöntemleri
Tavan Fiyat Uygulamaları: Temel ihtiyaç maddelerinde fahiş fiyat artışlarını önlemek için hükümet geçici de olsa fiyat tavanı belirleyebilir. Nitekim 2023’te ikinci el araçlar sıfırından pahalıya satılmaya başlayınca, devlet bir düzenlemeyle ikinci el oto fiyatını sıfır aracın liste fiyatının üzerinde belirlemeyi yasakladı. Benzer şekilde ekmek, süt, et gibi temel gıdalarda da dönemsel tavan fiyat veya sübvansiyon uygulanabilir. Bu tür adımlar enflasyonun halka yansımasını sınırlamada kısa vadede fayda sağlayabilir (örneğin Toprak Mahsulleri Ofisi’nin un fiyatını sübvanse edip ekmek fiyatını kontrol altında tutması gibi).
Denetim ve Fırsatçılıkla Mücadele: Yüksek enflasyon dönemlerinde bazı aracılar stokçuluk yapıp mal kıtlığı görüntüsüyle fiyat şişirebiliyor. Devletin piyasa denetimini artırması (görünürde değil gerçekte), Hal Yasası gibi düzenlemelerle komisyonculuğu şeffaflaştırması gerekmektedir. Rekabet Kurumu da tekelci uygulamalarla haksız fiyat artışını engellemek için devreye girebilir. Kısacası devlet, “serbest piyasa” diyerek kenara çekilmek yerine, halkı koruyacak aktif bir hakem rolü üstlenmeli.
Gıda Sübvansiyonları ve Tanzim Satış: Gıda enflasyonuyla mücadelede hükümet doğrudan sübvansiyonlar uygulayabilir. Örneğin Toprak Mahsulleri Ofisi, Et ve Süt Kurumu gibi kamu kurumları gıda ürünlerini piyasadan toplayıp daha ucuza halka satabilir. 2019’da büyük şehirlerde kurulan tanzim satış noktaları, üreticiden doğrudan temin edilen sebze meyvenin aracı olmadan ucuza satılması fikrine dayanıyordu. Bu uygulama seçim sonrasında kalksa da, benzeri bir model kalıcı hale getirilebilir. Belediyelerin Halk Ekmek fabrikaları da dar gelirliyi desteklemektedir. Bu tür mekanizmaların güçlendirilmesi, piyasada özel sektörün aşırı fiyatlandırma yapmasını önler ve vatandaşın temel gıdaya erişimini güvenceye alır.
Kamusal Üretim ve Stratejik Yatırımlar: Uzun vadede, devletin yeniden üretici role dönmesi gerekir. Özel sektörün girmek istemediği ama halk için kritik olan alanlarda kamu yatırımları yapılabilir. Örneğin gübre, tohum, enerji gibi alanlarda kamu fabrikaları kurulması hem dışa bağımlılığı azaltır hem fiyat istikrarı sağlar. Geçmişte Sümerbank, SEK, EBK gibi kurumlar bazı temel ürünleri piyasadan ucuza sunarak denge unsuru olmaktaydı. Günümüz koşullarına uygun olarak kooperatifleşme desteklenip kamunun ortak olduğu üretim tesisleri kurulabilir. Kamusal üretim, rekabete engel olmayacak, piyasanın açığını kapatacak şekilde planlanmalıdır. Birçok gelişmiş ülkede bile tarım sübvansiyonları, kira kontrolleri gibi uygulamalar vardır. Özellikle de yüksek enflasyon ve kriz dönemlerinde, halkı korumak için devletin gerekirse sisteme iyice girmesi sosyal devlet olmanın gereğidir.
Verilere Dayalı Çözüm Önerileri ve Geleceğe Yönelik Adımlar
Gelecekte benzer ekonomik buhranlar yaşamamak için uzun vadeli, veri odaklı çözümler geliştirmek şarttır.
Enflasyonla Kararlı Mücadele: Fiyat istikrarı için Merkez Bankasının bağımsız şekilde faiz kararları alabilmesi ve enflasyon hedeflemesi yapması gerekir. Örneğin 2023 ortasında politika faizi artırılmaya başlandığında kurdaki artış bir nebze frenlendi, enflasyon beklentileri hafiften düzelmeye başladı. Gelecekte bilimsel para politikası uygulanmalı; gerekirse faiz, kredi ve likidite araçlarıyla talep ayarlanmalıdır. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye gıda enflasyonunda dünyada ilk 5’te ve bu kabul edilemez.
Gelirleri Enflasyona Endeksleme: Asgari ücret ve emekli maaşları başta olmak üzere sabit gelirliler için otomatik enflasyon ayarlaması mekanizmaları geliştirilmeli. DİSK-Ar araştırması, asgari ücrete yıl ortasında yapılan zammın sadece 3 ayda eridiğini göstermiştir. Bu nedenle ücret artış periyotları yılda bir yerine 3-6 ayda bir veya enflasyon belirli eşiği aşınca otomatik olacak şekilde düzenlenebilir. Böylece yüksek enflasyon dönemlerinde halkın alım gücü tamamen düşmeden koruma sağlanır. Ayrıca vergi dilimleri enflasyona göre güncellenerek maaşların enflasyon karşısında net kayba uğraması önlenmelidir.
Üretim ve İthalat Dengesini Düzeltme: Veriler Türkiye’nin son 10 yılda sürekli cari açık verdiğini gösteriyor. 2022’de cari açık 48 milyar dolar ile rekor kırdı. Bu da döviz ihtiyacını artırıp kuru zorlamaktadır. Çözüm olarak yerli üretimi teşvik edecek yapısal reformlar gereklidir. Örneğin, tarımda kendine yeterlilik hedeflenmeli: Stratejik ürünlerde (buğday, ayçiçeği, şeker vb…) üreticiye garanti fiyat ve alım desteği vererek ithalat azaltılabilir. Sanayide ara malı üretimine odaklanıp ithal edilen ürünlerin Türkiye’de üretimi için yatırım çekilebilir. Enerjide yenilenebilir kaynaklara yatırım uzun vadede döviz çıkışını azaltacaktır. Ayrıca teknoloji, yazılım, turizm gibi döviz getirici sektörler desteklenmelidir. Bu adımlar dış dengeyi zamanla iyileştirerek kur istikrarına katkı sunar, enflasyon baskısını azaltır.
Vergi Adaleti ve Kamuda Tasarruf: Neoliberal dönemde vergi yükü dolaylı vergilere kayması halkı çok zorlamaktadır. Örneğin KDV ve ÖTV’nin temel ihtiyaçlardaki payı çok yüksektir. Maliye politikası veriler bazında gözden geçirilip lüks tüketimden daha yüksek vergi, temel tüketimden düşük vergi prensibiyle düzenlenmelidir. Bu, hem enflasyon etkisini azaltır hem de gelir dağılımını düzeltir. Öte yandan kamunun harcamalarında tasarruf ve verimlilik sağlanması gerekir. İsraf niteliğindeki harcamaların kısılması, kamu ihalelerinde şeffaflığın artırılmasıyla bütçe açığı kontrol altına alınabilir. Böylece para basma veya borçlanma ihtiyacı azalacağı için enflasyonist baskı da düşer.
Sosyal Güvenlik ve Destek Ağının Güçlendirilmesi: Yüksek enflasyon dönemlerinde yoksullaşmayı veriler net ortaya koyuyor (50 milyon kişiden fazla insanımız yoksulluk sınırı altındadır) Bu durumda sosyal devlet mekanizmaları genişletilmelidir. Örneğin aile destekleri, gıda bankaları, öğrenciler için burs ve ucuz yemek imkânları gibi hedefe yönelik sübvansiyonlar artırılabilir. Bu adımlar toplumun en kırılgan kesimlerini korur ve ekonomik krizin yaratacağı toplumsal tahribatı azaltır. Örneğin 2022’de başlatılan doğalgaz tüketim desteği, elektrik faturalarında düşük kademeye sübvansiyon gibi uygulamalar devam ettirilebilir; fakat bunlar geçici değil kalıcı programlara dönüştürülmeli ve gerçekten ihtiyaç sahiplerini hedef almalıdır.
Sonuç olarak Türkiye’nin potansiyeli yüksektir. Genç nüfus, dinamik piyasa, coğrafi avantajlar mevcuttur. Bu potansiyeli açığa çıkarmak için şeffaflık, hesap verebilirlik ve liyakat ilkeleriyle ekonomiyi yönetmek gerekir. Devlet ile özel sektör arasında dengeli bir işbirliği kurulup, kriz dönemlerinde devletin koruyucu, normal dönemlerde düzenleyici rol üstlendiği bir model benimsenebilir.
Son 10 yıldaki acı olaylardan doğru dersleri çıkarıp halkın refahını önceleyen politikalar uygularsak, Türkiye ekonomisi yeniden istikrara kavuşabilir. Enflasyonun makul seviyelere indiği, kurun oynaklığını yitirdiği, gençlerin geleceğe umutla baktığı bir dönem için atılacak her adım değerlidir. Bunları halkın lehine politika ve icraata dönüştürme gerekir.
Kaynaklar:
theglobaleconomy.comdoviz724.com
avansas.comtr.euronews.com
marksist.orgmarksist.org
mahfiegilmez.commahfiegilmez.com